Scientia, Fortitudo et Virtus (Bilgi, Cesaret ve Fazilet)

24 Ağustos 2015

Kronobiyoloji: Karanlığın sağlıklı (ve uzun) bir yaşam için önemi!

Sadece bir gece için uykusuz kalmanız 700 adet geninizin davranışını etkiler. İnsanda yaklaşık 20 bin gen bulunduğu düşünülürse, bunun (yani uykunun ve karanlığın) önemi anlaşılmış olur.
Medeniyeti parlak lambalar sandığımız, geceyi gündüze çevirdiğimiz şehir, kampus ve evlerimizde yaşayan bireyler ve ne yazık ki entelektüel kesim bile sürekli ışığa maruz kalmanın tahrip edici etkisinin farkında değil.

Tüm canlılar gece ve gündüzü algılayan sistemlerle donatılmış durumda. Buna “kronobiyoloji” veya diğer adı ile “sirkadiyen ritim” deniyor. Gündüzün aşınma ve yıpranması, gece karanlıkta yapılan bileşikler sayesinde tamir ediliyor ve “biyolojik saat”imizin yeniden kurulması ve muntazam çalışması sağlanıyor.

Sürekli ışığa maruz bırakılan deney hayvanlarının, agresifleşip kendilerini kafeslerine öldüresiye çarptıklarını biliyor musunuz? Suçluların kafasına bir süreliğine bir ampul tutulması, onları çözmek için başvurula gelmiş bir sorgulama yöntemi olmuştur.
Ritmin bozulması obeziteden, şeker hastalığına, kansere, düşük sperm ve bozuk yumurta üretimine, erken yaşlanmaya kadar bir seri negatif etki ile kendini ortaya koymaktadır.

Tavsiye:
·         24 saatin en az 7 saatini “kaliteli uyku” oluşturmalıdır (kaliteli uyku: saat 22 ile sabah 5 arası uyku. Özellikle saat 23 ila sabah 3 arası, güzellik, yaşam ve onarıcı bileşiklerin en yüksek seviyede yapıldığı saatlerdir)

·         Evlerinize özellikle “mavi” lamba veya mavi gece lambasını yaklaştırmayınız. Aşırı beyaz (flöresan) lambalar da her rengi içerdiğinden tavsiye edilmez. Biyolojik saatimizin uyarılması en az “kırmızı ışık”ta oluyor. Dolayısı ile güneş batınca (ufukta kırmızılık) uykumuzun gelmesi, gökyüzünün maviye dönüştüğü gündoğumunda ise uyanmamız bundan dolayıdır.

·         Dolayısı ile evlerimizde kırmızı (normal ampuller) tavsiye edilir. Yatarken, ya kırmızı gece lambası veya en iyisi normal karanlık tercih edilmelidir.

Tüm hormonlarımız ve diğer kimyasallarımızın oranlarının allak-bullak olmadığı sağlıklı ve mutlu bir ışık ortamı!

23 Ağustos 2015

Böceklerin esas yemeğimiz olması uygun mu?

Nüfus arttıkça, alternatif besin ve beslenme kaynaklarının bulunması ve kullanılması için araştırmalar da artmaktadır.

FAO 2010 raporunda "böceklerin hem protein kaynağı ve hem de sağlık için olağanüstü besin" oldukları ve böceklerin zaten kuzey ve doğu Asya, Afrika, Güney ve Orta Amerika'da yaygın olarak tüketildikleri belirtilmiştir. Özellikle evlerimizde bizi rahatsız eden sineklerin (kara sinek) pupa ve larvalarının % 62 protein oldukları ve iyi birer kaynak olabilecekleri ileri sürülmüştür.

Böcek tüketiminin önümdeki en büyük engelin ise TİKSİNME ve bunu virüs ve diğer bulaşıcı hastalık kapma risklerinin oluşturduğu belirtilmiştir. Böcek yemeyen kültürlerdeki insanlar, böceklerin kendilerinin PİS şeylerle beslendikleri ve İĞRENÇ yaratıklar olduğunu düşündükleri belirtilmiştir.

Ancak Batıda ve birçok böcek karşıtı kültürde denizin dibindeki pislikten ve çöpten beslenen ıstakozun, balçık ve gübresini yiyen domuzun yenildiği bilinmektedir. 

Özellikle çekirge ve karıncaların koyun ve keçi gibi sadece otla beslendikleri düşünüldüğünde, böceklerin neden iyi bir ana menü yemek olamayacakları sorgulanmaktadır.

Görüşünüz!