Scientia, Fortitudo et Virtus (Bilgi, Cesaret ve Fazilet)

7 Ocak 2016

Üniversitelerimizin Geri Kalmışlığındaki En Büyük Neden: Rektör Atamaları, Akademik ve Diğer İdari Kadroların Belirlenmesi

Doktoramı yurtdışında yapıp yurda döneli 20 yıl olmuş. Bazen bakıyorum da, bölümümüzdeki özellikle 1. sınıf öğrencilerinin çoğu henüz 20 yaşında değil. Yani, kısaca yaşlanmışız!… Bu 20 yıl içinde, kendi üniversitemde birkaç rektör ve birçok akademik ve idari eleman gördüm. Tabii kendim de bunlardan biriyim.

Peki 20 yıl öncesine kıyasla, Türkiye’deki üniversiteler gün itibarı ile istenen seviyede mi?

Üniversite sayısına bakarsak göz alıcı bir değişim: 1996 yılında 60 olan üniversite sayısı 3 katından fazla artarak bugün 193 olmuş.

Peki, ülkelerin yüksek bilim ve teknolojisini üreten ve dolayısı ile ekonomilere yüksek katma değer sağlayan üniversiteler ülkemizde aynı görevleri hakkı ile yerine getirebildi mi?

Cevap: En iyimser ifade ile “Belki bir arpa boyu yol aldık”.   Kötümser cevapta ise bu cümle “almadık” yüklemi ile bitecekti.

Gözlemlerime göre, üniversitelerimizin bu acınacak durumda kalmalarında en büyük sebep üniversitelerin yine kendileri… Peki nasıl?

Liyakate göre değil; yalakalık, dirsek teması, sadakate göre her şeyi ölçüp biçmemiz.

Başlayalım…

Amerika’nın en saygın 8 üniversitesinin bulunduğu “Sarmaşık Ligi” üniversiteleri ve genel olarak diğer üniversiteleri akademik ve idari kadrolarını nasıl doldururlar?

Objektif ilanlarla. Hem de bu ilanlara sadece Amerika’da yaşayanların başvurması da gerekmez. Kendine güvenen tüm dünya insanları başvurabilir.

Örnek: Harvard Üniversitesi.

Rektör seçimi için bir “aday belirleme komitesi” oluşturur ve bu komite NATURE ve SCIENCE gibi “etki faktörü” 40 olan dergilerde ilana çıkar. (Hemen şunu belirteyim, tamamı ülkemiz bilim insanlarından oluşan ve ülkemizde yapılan bir çalışmaya dayalı bu dergilerde yılda ya bir yayın görürsünüz ya da görmezsiniz (bkz. Web of Science)).

Aday Belirleme Komitesi başvuruları değerlendirir ve seçilen 3-5 potansiyel rektör adayı üniversitenin Mütevelli Heyeti önünde projelerini ve projelerindeki hedeflere nasıl ve ne zaman ulaşabilecekleri konusunda sunum yaparlar. Böylece Mütevelli Heyeti üniversiteyi geleceğe taşıyacak sorumlu bir rektör atar (Amerika’da “Rektör” terimi kullanılmaz. Bunun yerine, “Üniversite Başkanı” terimi kullanılır). Rektörün görevde kalması, onun başlangıçta kabul gören hedeflerine ne derece vardığı ile doğrudan ilişkilidir ve uygun görülmezse normal süresi bitmeden görevi biter.

Göreve böyle gelmiş rektörler tabi ki, hedeflerine ulaşmak için en iyi bilim adamlarını devşirme ve en yetenekli ve vizyoner yöneticilerle yol almaya çalışırlar. Bunun için, her derecede akademik kadro için ilanlar yukarıda belirttiğim gibi yapılır ve ilgili herkes başvurabilir. Böylece, Amerika’nın hemen her üniversitesi idari ve akademik olarak kozmopolit, heterojen bir yapı gösterir ve her eyalet ve hatta her milletten bilim insanının rekabetçi çalışmasına ortam sağlar.

Bu durum; bizde dirsek teması ve sadakate dayalı olarak gerçekleşen ve “belli bir adayın çalışmasına” göre ilanların yapıldığı sisteme hiç benzemez. Unutmayalım ki “bilimsel seviyeye” değil de, bu tür neredeyse “adayın ayakkabı numarasına” göre yapılan alım ve atamalar ile "evrensel" değil "lokal" şehir üniversiteleri yaratırız. Öreneğin, kendi üniversitemde akademik personelin bile % 50 kadarının Malatya'lı olduğuna bahse girerim. Bu durum, kurumlarda hemşehriciliğe, tembelliğe, çürümüşlüğe sebep olur ve ilk önce o kuruma, uzun vadede ülkeye zarar verir.

Sonra oturup kara kara düşünürüz: Neden bir iPhone üretemiyoruz? Neden Nature ve Science’ta yayın yapamıyoruz? Neden yüzlerce insanın alın teri ile üretilen 1000 gömleği satarak eloğlundan sadece 1 adet yüksek teknoloji ürün alabiliyoruz? Neden hiçbir üniversitemiz dünyada ilk 100'e girmiyor? Neden? Neden? Neden?

Önümüzdeki 20 yılda umarım bu NEDEN'ler yok olur veya en azından sayıları azalır... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder