Scientia, Fortitudo et Virtus (Bilgi, Cesaret ve Fazilet)
bilimsel yayın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bilimsel yayın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mart 2016

Akademik Dünyanın Gerçeği 5Y1O Kuralı: Yay Yayın Yap, Ya da Yok Ol!

Bir basın ve yayın kuralı olan 5N1K'yı çağrıştırsa da, akademik dünyada 5Y1O olarak kısaltabileceğimiz "Yay Yayın Yap, Ya da Yok Ol!" kuralı vardırBatı dünyasında bunun karşılığı "Publish or Perish"tir.

Çok tartışılan bir konu olsa da, akademik dünyanın bir gerçeğidir yayın yapmak (yayın hazırlamak ve yayına kabul ettirmede 6 altın kuralı burada yazmıştım).

Tartışılan yönleri arasında işe alınma, sözleşme yenileme ve terfi ettirmede yayınların kurumlar tarafından salt (veya en önemli) kriter olarak alınması gösterilmektedir. 

Ayrıca, araştırmacılar üzerinde böyle bir yayın baskısı kurmanın, onları zorlama yayın yapmaya ve bunun da üretilen bilimin kalitesinin düşmesine sebep olduğu yönünde haklı görüşler vardır. Akademik kaygı ile yapılan yayınların, bilim için bir kazanç değil, kayıp olduğunu düşünenler bulunmaktadır. 


Yayın baskısı sadece bize has bir şey değil. Tüm dünyada "yayın yapmak" bilimde üretkenliğin en önemli göstergesi olarak kabul ediliyor. Aksi taktirde, halkın parasının çarçur edilmiş olacağı savı dillendiriliyor.

Ne diyelim... Nasrettin Hoca'nın dediği gibi her iki görüşte kendince haklı.

İşe alacağımız akademisyeni karşımıza alıp, onun eserlerine (yayın, kitap, proje) bakmadan sadece "Anlat bakalım hele. Ne çalıştın, ne ürettin, ne yaptın?" diyemeyiz. Böyle bir soruya, birçok insan bire bin katarak ne derece büyük bir bilim insanı olduğunu anlatacaktır. 

Ancak, kişinin önümüze koyacağı, yukarıda belirttiğim kaygılar sonucu yapılmış, birbirinin kopyası sayılabilecek Web of Science (SCI, SSCI, AHCI) tarafından bir şekilde taranan ancak etki faktörü sıfır yüzlerce derginin herhangi birinde yapılmış onlarca yayının temel referans alınması ne derece doğru olur?

Sanırım bu konuda karar yine seçici kurullardaki bilim insanlarının basiretli tutumuna bırakılmalı. Evrensel bilim ölçülerine göre değerlendirilecek bir dosya veya adayın performansı, onun  ne derece yetkin ve etkin biri olduğunu ortaya zaten apaçık koyacaktır. 

Ancak, bu "apaçık" durum, deveyi pire, pireyi deve yapacak taraflı değerlendirmelerle değil, "apolitik" bir yaklaşımla belirlenebilir. 

Evrensel akademik kriterlere değil kendi uydurma kriterlerine tevessül eden, esasen bir  değerlendirme kriteri bile bulunmayan, kadrolaşmayı bir peşkeşe çevirmiş olan kurumlar ise kaybedenler olacaktır.

15 Mart 2016

Bilim ve Bilim İnsanları Neden Güvenilirliğini ve Saygınlığını Yitirdi?

Her hangi bir dünya ülkesinde bir ülke liderinin "bilim adamlarımızın görüşüne göre şunu şöyle, bunu böyle yaptık. Bu, ülkemiz ve dünyamız için daha iyi olacak" mealinde bir şey dediğini duydunuz mu? 

Tabi ki hayır...

Çünkü ülke yöneticilerinin ve esasen halkın bilim insanlarına güveni yoktur da onun için.

Neden olsun ki... 

Politize olmuş bir bilime, akademik terfi kaygısı ile yapılmış bir yayına, finansörünün beklentisi yönünde sonuçlarını rapor eden bir araştırmaya, araştırmacısının büyük egosuna kurban gitmiş çarpıtılmış bir gerçeğe kim inanır ve güvenir?

Halbuki, geçmişte çoğunu metafizik sandığımız birçok olgunun esasen elle tutulur, gözle görülür şeyler olduğunu bize gösteren bilim değil mi? Bugün kullandığımız araçlardan tutun, yuttuğumuz ilaçlara her şey bilim insanlarının alın terinin sonucu değil mi? 

Dolayısı ile gerçek bilim ve erdemli bilim insanlarının hayatımızı kolay, sağlıklı ve uzun yaşamak; üzerinde yaşadığımız "dünya" denen bu kara parçasını bozmadan, rezervlerini tamamı ile sömürmeden nasıl devam ettireceğimizi göstermesi gerekmez mi?

Bilimsel araştırmalara devletler tarafından milyarlarca dolar para harcandığı bir dünyada, bilim insanlarının ve ürettikleri bilimin daha çok söz sahibi olması gerekmez mi?...


Ancak, büyük paralarla büyük bilim yapılmıyor...

Çünkü, büyük paralarla desteklenen sözüm ona büyük çalışmaları yapan araştırma merkezleri sürekli bir para akışına ihtiyaç duyarlar. Tabi bunun için de, bazen acı gerçeklere değil proje destekçilerinin beklentilerine cevap verecek manipülasyonlara katlanmak zorundadırlar.
Onlarca ülkeden yüzlerce kişinin olduğu konsorsiyum çalışmalarının ürünü olan ve yüksek etki değerine (Impact Factor) sahip dergilerde yayımlanan yayınları herkes biliyordur.

Ne yazık ki, kimin hangi işi yaptığı belli olmayan bu tür kalabalığı bol birçok çalışmada negatif sonuçların (yani gerçeklerin) halı altına süpürüldüğünü, pozitif sonuçların ise şişirildiğini ve tekrarlanabilirliğin ise neredeyse imkansız olduğunu görüyoruz (Bilimsel araştırmaların tekrarlanabilirliği hakkında daha önce burada yazmıştım). 

Çünkü, bu şişirme sonuçlarla uyduruk patent almadan, bir hastaya nispeten iyi diğerine zehir etkisi yapan bir madde geliştirmeden ve bunun adını da "ilaç" koymadan, sürekli bir para akışı sağlamadan o şatafatlı merkezlerin ayakta durması zor olacaktır.

Bilim sadece "inandırıcı" değil aynı zamanda "ikna" edici de olmalı. Yoksa, avazın çıktığı kadar "iklim felaketi" diye bağırırsın, ancak kimsecikler duymaz ve hiç kimse hiç bir önlem almaz. 

Tabi bir de, bilim insanın nasıl algılandığı var toplumlarda...

Halk ve politikacılar nezdinde bilim insanı deyince genellikle "kafayı sıyırmış, asosyal, tuhaf, tip" gibi sıfatlar akla gelir. 

Bu olduğu sürece, bilim adamları devlet ve bilim politikalarında düzgün durup "yol gösterici" olacaklarına, politikacıların yanında boynu eğilmiş "yağdanlık" gibi durmaya devam edeceklerdir. 

Ülke ve hatta bilim politikalarında ise hayatında bilim veya ilmin kıyısında oturmamış, ancak virüs gibi her yere yayılan, devlet adamlarının, politikacıların gözüne girmeyi başaran "filim insanları" yön verecektir. 

Tabi, böyle olunca duvara toslamanız an meselesidir ve uzun vadede kaybeden herkes olur.

10 Mart 2016

Genç Araştırmacıya Tavsiyeler: Makale Yazma ve Yayına Kabul Ettirmede 6 Altın Kural


SCI kapsamındaki 2 adet uluslararası dergide yıllardır yapmış olduğum editörlük ve birçok dergide yapmış olduğum hakemlik bana şunu öğretti:
  • Çarpıcı veriler elde ettiğiniz iyi bir çalışmanız, anlatacağınız parıltılı bir bir hikayeniz var,  ancak sunumunuz kötü. Çalışmanızın yayınlanma şansı çok zayıf.
  • Orta halli bir çalışmanız var, ancak sunumunuz harikulade. Çalışmanızın yayınlanma şansı yüksek.
Tabi, bunları ciddi dergiler için söylüyorum.

Yoksa, "ne gönderirsen kabulümüzdür" diyen, aç gözlü, yazardan para talep eden, SCI tarafından bir şekilde taranan ancak etki değeri (Impact Factor) sıfır olan ve ciddi bir editörlük ve hakemlik sistemi bulunmayan yaklaşık 500 dergi için söylemiyorum.

Her ne ise başlayalım...

Madem başlıyoruz Başlık'la başlayalım.

1. Makalenizin başlığı kısa ve özgün olsun. Nerede ise paragraf uzunluğunda olan başlıklar "acemilik" göstergesidir. Uzun başlık, meramınızı kısaca anlatma becerisinden yoksun olduğunuz anlamı taşır.

2. Makaleniz belli bir mantık silsilesi ve bilimsel akış göstersin. Makalenizin başlıktan sonra il okunan yeri neresi? Abstract veya bazen Summary olarak adlandırılan Özet kısmı. Dergi editörleri çoğu zaman makalenin sadece bu kısmına bakarlar ve makalenizi hakemlere (peer-reviewer) gönderip göndermeme konusunda bir fikir sahibi olurlar (Editörler makaleye hiç bir işlem yapmadan doğrudan red etme ya da nadir de olsa hakeme bile göndermeden doğrudan kabul etme hakkına sahiptir).

Dolayısı ile Abstract kısmında en çarpıcı sonuçlarınızı ve bunların ne analama geldiğini yazmalısınız. Bu kısımda literatür bilgisi vermek, genel değerlendirmelerde bulunmak yine "acemilik" göstergesidir.

Makaleniz boyunca kolay anlaşılabilir bir dil kullanın. Uzun ve anlaşılmaz cümlelerden, sofistike terimlerden sakının. Konudan konuya atlamayın. Belli bir konudan bahsettiğinizde, bundan neden bahsetmiş olabileceğinizi sonraki ifadelerinizle gösterin.

Makalenizde nakaratlardan kaçının. Aynı şeyi burada, şurada orada tekrar tekrar yazmayın.

Şekil ve grafikleriniz okunabilir, açık ve profesyonelce olsun. Resim ve diyagramlarınız yüksek çözünürlükte, yazılar okunacak büyüklükte olsun.

3. Makalenizi yazmak için üzerinizde zaman baskısı olmasın.  Atalarımız ne demiş? "
Ağır giden yol alır, hızlı giden yolda kalır". Makale yazmak zor iştir. Beyniniz yorulur, ruhen iflas etme noktasına gelirsiniz. İyi derecede İngilizce bildiğim halde bir makaleyi yazmak en az 3 ayımı alır. Makalenize ne kadar çok zaman ayırırsanız, o kadar eksiksiz olacaktır ve okuyucu yazdıklarınızdan zevk alacaktır. Makalenizde yazdıklarınızın kalıcı olduğunu unutmayınız. Dolayısı ile oradaki doğru veya yanlış her şey yakanıza ömür boyu yapışır kalır. Başkalarının makalesinden yırt-yapıştır yapmayın. Başkasının makalesine atıf yaparken bile orijinalin anlamını bozmadan kendi ifadelerinizi kurun. Kendi makalelerinizden de kapsamlı alıntılar yapmayın. Örneğin, yayınlanmış bir makalenizdeki tüm bir paragrafı yeni makalenize kopyalamayın. Buna İngilizcede "self-plagiarism" yani "kendisinden çalma" denir ve bir nevi "bilimsel intihal" sayılır. 


4. Makalenizi yazmada EndNote gibi bir referans dizgileme programı kullanın. Bu size referans yazmada ve metin içinde atıf dizilemede büyük kolaylık sağlayacaktır. Bu sayede yanlış atıf ve referans gösterme olasılığını ortadan kaldırmış olacağınız gibi, bu size büyük zaman kazandıracaktır.

Makaleniz bir dergi tarafından ret edildiği zaman, başka bir derginin formatına çevirmek sadece birkaç saniyenizi alacaktır (EndNote yazılım sistemi yaklaşık 250 dolar olup, bu ve benzer yazılımlar her bilim insanının elinin altında olması gereken bir araçlardır).

Makaleniz Editöre gittiğinde, böyle bir araçla yazıp yazmadığınız hemen anlaşılır ve profesyonelliğin göstergelerinden biridir. 

5. Makalenizi mutlaka "cover letter" denen "açıklayıcı bir mektup"la beraber sunun. Bu tek sayfa ve çoğu zaman tek paragraf olan mektupta, çalışmanızla bilime ne sunduğunuzu ve neden ilgili dergiyi seçtiğinizi belirtin. Editörler çok meşgul insanlar olduğundan, makalenize bakmadan önce bu mektupları okurlar ve çalışmanızdan ya etkilenirler ya da çöpe atarlar.

6. Hakem değerlendirmelerine karşı kibar olun. Peer-review yani meslektaş-görüşü bilimsel yayıncılığın mihenk taşıdır ve çoğu zaman makalenizi bir üst seviye çıkarır.

Hakemler genellikle çalıştığınız konulara yakın konularda uzman insanlar olduklarından, çok absürd olmadığı sürece onların tavsiye ve yorumlarına uyun. Hakem ve editörlerle gereksiz polemiklere girmek size hiç bir fayda sağlamayaz. Bu davaranış, makalenizin kabulünün gecikmesine ya da ret olmasına sebep olacaktır.

Özet olarak, çalışmanızın kabul görmesinde üç önemli şey: profesyonelce sunum, sunum, sunum.